İnsanlık tarihinin en kutlu yürüyüşü, Ramazan ayının 27. gecesi Peygamber Efendimiz’e (sav) gelen mesaj ile başladı.
O tarihten itibaren Ramazan ayı Müslümanlar için özlemle beklenen rahmetin, bereketin, dirilmenin ve kendini yenilemenin büyük bir muştusu olarak değerlendirildi. Müslümanlar Ramazan’ı büyük bir aşk, şevk ve heyecanla bekler oldular.
Üstad Sezai Karakoç’un aşağıdaki şiirinde çok veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, Ramazan bizim en önemli manevî azıklarımızdandır..
“Oruç ruhu diriltirken, onun bütün kuvvetlerini de diriltmiştir. Ölüme doğru koştuğu bu son çağlarda İslâm toplumu tam ölmemişse ve hâlâ yaşıyorsa; bunu, gelip gelip dirilten Ramazanlara borçludur geniş ölçüde. Ve bir gün tam dirilecekse; bu da yine bir Ramazan’da başlayacaktır, Ramazanlarla başlayacaktır.”
Eğer Çin, işgal zihniyeti ile 250 yıldır Doğu Türkistan’da Müslümanları hâlâ yok edilememiş ise bunun bir nedeni de Uygur Türkü Müslümanlarının ellerine geçen her fırsatta Ramazan’ın diriltici iklimine sarılmalarıdır.
Bugün yeryüzünün çeşitli coğrafyalarında yaşayan Müslümanlar, hangi koşullar altında olursa olsunlar; ister savaş, ister işgal, ister siyasî ya da ekonomik baskılar… Ramazan’ı yaşabilmektedirler. Hiçbir İslâm ve insanlık düşmanı diktatör, Müslümanların Ramazan’ı yaşamalarına engel olamamıştır.
Bunun tek istisnası, İslâm’ı bir akıl hastalığı olarak gören ve onu Çinlileştireceğini açıkça ilan ederek İslâm’ı bütün maddî ve manevî varlığıyla ortadan kaldırmak için her türlü insanlık dışı uygulamayı hayata geçiren soykırımcı Kızıl Terör rejimidir.
Aslında Doğu Türkistan’lı Müslümanlar Ramazan’ı bir yıldır görmedikleri evlatlarını bekler gib dört gözle beklerdi, ona kavuşabildikleri zaman dilimlerinde. Oysa bugün değil onu karşılamak, ibadetlerini yapmak Ramazan’ın geldiğini bile bilmekten mahrum yaşamaktadırlar.
İşgalci Çin rejiminin soykırımı altında yaşayan Müslümanlar değil oruç tutmak, ibadet etmek İslâm’ın en temel gereklerini bile yerine getirmekten, inancını söylemekten, Allah’a ve ahiret gününe iman ettiklerini ifade edebilme hürriyetinden mahrumdurlar. Doğu Türkistan’da hayatta kalmanın tek yolu kızıl terör devletinin mankurdu olmaktır.
Kadim Türk yurdu Doğu Türkistan’da yaşayan kardeşleriniz bütün insanî haklarından mahrum, kendisi gibi olmayanı insan olarak görmeyen, hiçbir canlıya merhameti olmayan bir zihniyetin soykırımı altında can çekişiyor.
Türk ve İslam dünyasının sessizliğinden cesaret alan Komünist Çin yönetiminin soykırımı altındaki Doğu Türkistanlı Müslümanlar;
- Can ve mal güvenliği, hürriyet, hane mahremiyeti gibi temel haklarından; masumiyet karinesi, keyfi ve yargısız tutuklanmama, adil yargılanma, kendini savunma, suçun şahsiliği gibi hukukî korumadan; millî ve dinî kimliğini yaşama, dilini kullanma ve kültürel varlıklarını koruyup yaşatma özgürlüğünden mahrumdur.
- Yargısız infaz, işkence, kötü muamele, zorla çalıştırılma, alıkonma veya yaşadığı yerden sürülmenin; ayrımcılık, zorla evlendirilme, mal varlığına el konmanın en ağır örneklerine maruz kalmaktadır.
- Hitler, Stalin ve Mao’nun tekrar hortlatılan toplama kamplarında tecrit edilmiş halde işkenceye tabi tutulmakta; sürekli gözetim altında insanî onur ve haysiyetleri çiğnenmekte, dinlerini ve millî kimliklerini inkara zorlanmaktadırlar. Suçlanmadan, yargılanmadan, süresiz potansiyel suçlu olarak hapsedilmektedir.
- Milyona varan çocuk, anne babalarından zorla alınarak “kreş” adı altındaki tutukevlerinde dinî ve millî kimliklerinden uzak birer Çinli gibi yetiştirilmektedir.
- Dışardakiler ise hayatlarının her alanında gözetim teknolojisinin son ürünlerinin kontrolünde, tepelerinde her daim sallanan kılıç gibi tutuklanma veya öldürülme korkusuyla bir açıkhava hapishanesinde yaşamaktadır.
Çin’in yaptığı bu soykırım aslında Doğu Türkistan’a değil bütün İslâm ve Türk âlemine karşı yapılmaktadır. Çünkü Kızıl Terör Devleti, İslâm’ı ve Türklüğü tedavi edilmesi gereken bir akıl hastalığı olarak görüyor. Buna rağmen İslâm alemi Doğu Türkistan’a karşı bir ölüm sessizliğine bürünmüş durumda.
Oysa bizler Allah’ın birbirine kardeşler kıldığı müminlerdik. Bugün İslâm aleminin her köşesinde yaşanan acıların temel nedeni de bu değil mi!? İmran Khan’ın yaptığı gibi sadece kendimize dokunan yılana sesimizi çıkarır, kardeşlerimizi ısıran yılanı, onların katillerinibaştacı edersek işte böyle hep bölük pörçük ve ezilen olmaya devam ederiz.
Bu Ramazan, o Ramazan olsun…
Doğu Türkistanlı kardeşlerimize uygulanan soykırıma ses çıkarmaya, engellemek için çabalamaya, buna gücümüz yetmiyorsa duyurmaya başladığımız günler bu kutlu Ramazan iklimi olsun.
Böylece mahşer günü, bu kamp ve hapishanelerdeki “Beni öldürün!” diye yalvaran kadınla; anne, baba, çocuk ve yaşlı 35 milyon mahzun ve yaralı yürekle karşılaştığımızda “Bizim için ne yaptınız?” diye sorduklarında onların yüzüne bakabilecek bir halimiz ve verebilecek bir cevabımız olsun…
Telif Hakkı Uygur Araştırmaları Merkezi - Tüm Hakları Saklıdır