Abdulhakim Idris
Kaşgar’ın Eski Şehri’nin antik sokaklarında fısıldayan rüzgâr, binlerce yıldır varlığını sürdüren bir medeniyetin yankılarını da beraberinde taşıyordu. Ancak yerel bir Uygur esnafı olan Alim için bu fısıltılar gün geçtikçe azalıyordu. Küçük dükkanının kapısında durmuş, buldozerlerin caddede gümbür gümbür ilerleyişini izliyordu; metal çeneler acımasız bir verimlilikle asırlık binaları parçalıyordu.
Alim’in hikayesi, Doğu Türkistan’da Çin Komünist Partisi tarafından yok edilen Uygur Kültürünün parçalarından biridir. Uygur halkı nesiller boyunca bu toprakları evi olarak görmüş, kimlikleri topraklarında derin kök salmış, gelenekleri Taklamakan Çölü’nün kendisi kadar kalıcı olmuştur. Ancak son yıllarda ufukta, değer verdikleri her şeyi silip süpürmekle tehdit eden bir fırtına esiyor.
Uygur kültürünün sistematik olarak yok edilmesi, Xi Jinping’in Uygurları yok etme hedefi, “teröre karşı halk savaşı” ve “Çinlileştirilmesi” kampanyası kisvesi altında 2017 yılında ciddi bir şekilde yoğunlaştırılmıştır. Dini uygulamalara yönelik artan gözetim ve kısıtlamalarla başlayan süreç kısa sürede Uygur kimliğine yönelik kapsamlı bir saldırıya dönüşmüştür. Yüzyıllardır ayakta duran camiler yerle bir edilmiş; kubbelerin ve minarelerinin yerini steril hükümet binaları almıştır. Bir zamanlar atalara saygı ve bağlılığın mekânı olan eski Uygur mezarlıkları buldozerlerle yıkılmış ve üzerlerine asfalt dökülmüştür.
Derin tarihi köklere sahip bir şehir olan Hotan’da manzara geri dönülemez bir şekilde değiştirilmiştir. Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü, 2017 ve 2020 yılları arasında Doğu Türkistan genelinde yaklaşık 16.000 caminin – toplamın %65’i – yıkıldığını veya hasar gördüğünü bildirmiştir. Bunların arasında, sayısız hükümdar ve rejimden kurtulmuş 1.000 yıllık bir mimari harikası olan Jama Camii de vardır. Şimdi geriye sadece hatıralar ve soluk fotoğraflar kalmıştır.
Uygur kültürüne yönelik saldırı fiziksel yapıların çok ötesine uzanmaktadır. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), tüyler ürpertici bir gelişmeyi, Çinli yetkililerin Uygurların anavatanındaki yüzlerce köyün adını sistematik olarak değiştirdiğini ortaya çıkarmıştır. Uygurlar için dini, tarihi veya kültürel önemi olan isimler, Çin Komünist Partisi ideolojisini yansıtan genel terimlerle değiştirilmiştir. “İmam Mazar” (İmam’ın Türbesi) köyü ‘Mutluluk Köyü’ oldu. “Sultan Kirişi” (Sultan’ın Girişi) artık ‘Uyum Sokağı’ haline getirilmiştir. Her isim değişikliğiyle Uygur tarihinin bir parçası silinmekte, yerine devlet tarafından onaylanan sterilize edilmiş bir gerçeklik versiyonu gelmektedir.
HRW raporu bu değişikliklerin boyutlarını ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuştur. Araştırma, dini veya kültürel referansları kaldırmak için isimlerin değiştirildiği yaklaşık 630 köy tespit etmiştir. Bu değişikliklerin büyük çoğunluğu, Uygurlara yönelik baskıların en yoğun olduğu dönemde gerçekleşmiş olup, birçok hükümet ve insan hakları kuruluşu tarafından soykırım olarak nitelendirilmiştir. Dini, tarihi ya da kültürel referanslar içermeyen yeni isimler, görünüşte zararsız olan binlerce isim değişikliğinin bir parçasıdır. İsim değişikliklerinin üç ana kategorisini belirlenmiştir. En az 25 köy isminden çıkarılan ve Sufi bir din öğretmeninin unvanı olan “Hoja”; 10 köy isminden çıkarılan ve bir tür Sufi dini yapı olan “Haniqa”; ve en az 41 köy isminden çıkarılan ve türbe anlamına gelen “Mazar” da dahil olmak üzere dini ve Uygur kültürel uygulamaları ortadan kaldırılmıştır.
Ayrıca, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1949 yılından önceki Uygur hanlıklarına, cumhuriyetlerine veya liderlerine atıfta bulunan isimler de silinmiştir. Artık Doğu Türkistan’da adında “Xelpe” veya “Halife” (halife, hükümdar) veya “Mescit” (cami) kelimeleri geçen hiçbir köy bulunmamaktadır.
Doğu Türkistan’da uygulanan birçok politika gibi yer isimlerinin değiştirilmesi uygulaması da ilk olarak Tibet’te başlatılmıştır. Çin hükümeti 2023 yılından bu yana resmi belgelerde Tibet’ten ‘Xizang’ olarak bahsetmeye başlamıştır. Çin’in toprak iddiasında bulunduğu tartışmalı Himalaya bölgesi Arunachal Pradesh’teki yerler için 2017’den bu yana resmi Çince isimler verilmektedir.
Şu anda sürgünde yaşayan bir Uygur kadın olan Gülnisa için bu silinmenin acısı son derece derindir. Gülnise, “Ailemizin nesiller boyu yaşadığı büyükannemin köyünün adı ‘Orda Osteng’, yani ‘Saray Kanalı’ idi. Şimdi adının ‘Müreffeh Yol’ olarak değiştirildiğini duydum. Ama kimliğimiz elimizden alınırken nasıl bir refah olabilir ki?” diye anlatmaktadır.
Kültürel soykırım Uygur halkının diline kadar uzanmaktadır. Doğu Türkistan’daki tüm okullarda ana dil olarak Uygurcanın yerini Mandarin Çincesi almıştır. Çocukların teneffüslerde bile ana dillerini konuşmaları yasaklanmıştır. Uygurca kitaplar yakıldı ve yazarlar, akademisyenler ve aydınlar kültürel miraslarını koruma suçundan hapsedilmiştir.
“Mesleki eğitim” ve ‘yoksulluğun azaltılması’ adına yüz binlerce Uygur toplama kamplarına gönderilmiştir. Hayatta kalanlar, tutukluların inançlarından vazgeçmeye, Komünist Parti şarkıları söylemeye ve Çin Komünist Partisi’ne (ÇKP) bağlılık yemini etmeye zorlandıkları zorla telkinlerden bahsedilmektedir. Uydu görüntüleri ve görgü tanıklarının ifadeleri, bu kampların geniş bir ağını ortaya koymakta; yüksek duvarları ve gözetleme kuleleri, kültürel silmenin insani maliyetinin keskin bir hatırlatıcısıdır.
Uluslararası toplum bu zulümler karşısında yeterli olmasa da biraz tepki göstermiştir. Ocak 2021’de ABD Dışişleri Bakanlığı, Çin’in Uygurlara yönelik zulmünün soykırım ve insanlığa karşı suç teşkil ettiğini tespit etmiştir. Avrupa Parlamentosu, Kanada ve Hollanda da benzer açıklamalar yapmıştır. Yine de kültürel yıkım hız kesmeden devam etmektedir.
Dünya çapında kültürel mirası korumakla görevli UNESCO, Ukrayna’daki kültürel alanların tahrip edilmesi konusunda sesini yükseltirken, Doğu Türkistan’daki duruma sessiz kalmıştır. Bu tutarsızlık da gözden kaçmamış ve eleştirmenler UNESCO’nun sessizliğinin Çin’in eylemlerini zımnen onaylamak anlamına geldiğini savunmuştur.
Doğu Türkistan’ın dönüştürülmüş manzarası üzerinde güneş batarken, kültürel soykırımın tüm boyutları netleşmektedir. Silinen sadece binalar ve isimler değil, bir halkın ruhunun ta kendisidir. Uygurların yaşam biçimi – gelenekleri, inançları, toprakla olan bağları – sistematik olarak ortadan kaldırılmakta ve yerine Çin kültürünün devlet onaylı bir versiyonu getirilmektedir.
Alim, Gülnisa ve diğer milyonlarca Uygur için gelecek belirsizdir. Mücadeleleri sadece binaları ya da isimleri korumakla ilgili değil, bir bütün olarak halklarının etnik temizliğine karşı savaşmakla ilgilidir. Dünya bu soykırımı izlerken şu soru ortada durmaktadır: Uygur kültürünün zengin dokusu bu saldırıya rağmen ayakta kalabilecek midid, yoksa değişen topraklarda esen rüzgârlarla fısıldanan soluk bir anıdan başka bir şey olmayacak mıdır?
Bu eylemlerin sonuçları derin ve geniş kapsamlıdır. Uluslararası hukuka göre, kültürel mirasın silinmesi ve bir etnik grubun zorla asimile edilmesi soykırım eylemi olarak kabul edilebilmektedir. Çin’in imzaladığı ancak onaylamadığı Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 27. Maddesi “Etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların bulunduğu Devletlerde, bu azınlıklara mensup kişiler, kendi gruplarının diğer üyeleriyle birlikte, kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerine inanma ve uygulama ya da kendi dillerini kullanma hakkından yoksun bırakılamazlar” demektedir.
Sözleşmeyi yorumlayan bağımsız uzman kuruluş olan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi (UNHRC) bir Genel Yorum’unda şöyle demiştir: “Bu hakların korunması…. ilgili azınlıkların kültürel…. dini ve sosyal kimliklerinin hayatta kalmasını ve sürekli gelişmesini sağlamaya ve böylece toplumun dokusunu bir bütün olarak zenginleştirmeye yöneliktir. Bu haklar bu şekilde korunmalıdır”.
Bu ilkelerin açıkça ihlal edilmesine rağmen, Çin hükümeti uluslararası kınamaları çok az dikkate alarak soykırım suçunu işlemeye devam etmektedir. Köylerin isimlerinin değiştirilmesi, camilerin ve türbelerin yıkılması ve zorla asimilasyon politikaları, Uygur kimliğini silip yerine Çin kültürünün homojenleştirilmiş bir versiyonunu koymaya yönelik daha geniş bir stratejinin parçasıdır. Bu strateji sadece bugünü kontrol etmekle ilgili değil, aynı zamanda tarihi yeniden yazmak ve geleceği şekillendirmekle de ilgilidir.
Uluslararası toplum bu zulümlere ışık tutmaya devam etmeli ve Çin hükümetini eylemlerinden sorumlu tutmalıdır. Bu sadece politikaların kınanması değil, aynı zamanda Uygur kültürünün korunmasına yönelik çabaların desteklenmesi anlamına da gelmektedir. Bu, Uygur sesleri için platformlar sağlamayı, kültürel koruma girişimlerini desteklemeyi ve dünyanın Uygur halkının zengin mirasını unutmamasını sağlamayı içerebilmektedir.
Soykırım mağduru Uygurların hikâyesi, ezici güçlükler karşısında kimliklerini korumak için savaşan bir halkın mücadele ve dayanıklılık hikâyesidir. Bu, dünyanın Uygur kültürünün zengin dokusunu ve onu silmek için devam eden çabaları unutmamasını sağlamak için anlatılması ve yeniden anlatılması gereken bir hikayedir.
Telif Hakkı Uygur Araştırmaları Merkezi - Tüm Hakları Saklıdır