Abdullah Oğuz
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserinin Ofisi (İHYKO) tarafından Doğu Türkistan’da yaşananlara ilişkin hazırlanan rapor, Michelle Bachelet’in görevdeki son günü olan 31 Ağustos 2022 tarihinde yayınlandı. Raporun giriş bölümünde anlatıldığı üzere 2017 yılının sonlarında İHYKO’ya Doğu Türkistan’da ortadan kaybolmalara dair gelen iddialar üzerine başlayan çalışmanın raporunun yayınlanması yoğun kamuoyu baskısına rağmen uzun zamandır sürekli erteleniyordu. Bu durum aslında Birleşmiş Milletler ve diğer uluslarası kuruluşlardaki Çin etkisi konusunda Doğu Türkistan diasporasının endişelerinin yersiz olmadığını göstermektedir.
Yine raporun giriş bölümünden öğrendiğimiz kadarıyla komiserlik ofisi, 2018 yılında Birleşmiş Milletler Zorla veya Gönülsüz Kaybetmeler Çalışma Grubu’nun Doğu Türkistan’da ortadan kaybolmalarda dramatik bir artış olduğunu bildirmesi ve iddiaların ağırlığı ve genişliği nedeniyle, Çin Hükümeti’nden Doğu Türkistan’a erişim izni talep etmiştir. Bu iznin 4 yıl sonra yani 2022 yılında sadece Çin devletinin organize ettiği bir “turistik” gezi olmaktan öteye gidemeyecek şekilde verildiğini hatırlamak İHYKO’nun Doğu Türkistan’da yaşayan insanların haklarını korumak konusunda sarf ettiği çabanın ve tüm insanlığın hak ve onurunu korumak için kurulan bu kuruluşun zamanla kimlerin eline geçtiğini anlamamız bakımından ibretliktir.
Bütün bunlara ve açıkça soykırım diyememiş olmasına rağmen rapor, Doğu Türkistan’da yaşananların “ağır insan hakları ihlali” ve “insanlığa karşı işlenmiş suç teşkil edebileceği” yönündeki ifadeleri, tam olarak olmasa bile genel çerçevesi ile yaşananları anlatmış olması ve dünyada insan haklarını korumakla görevli bir kuruluşun kaleminden çıkması nedeniyle önemlidir. Raporun sonuç kısmı diyebileceğimiz “Genel Değerlendirme” kısmında özetle şu tespitlere yer verildiği görülüyor;
- Çin Hükümetinin terörle mücadele ve “aşırılıkçılık”la mücadele stratejileri uygulaması bağlamında ciddi insan hakları ihlalleri işlenmiştir.
- Uygurlar ve diğer müslüman topluluklar, Çin Devleti tarafından MEÖM adı verilen tesislerde ve diğer gözaltı tesislerinde
- geniş çaplı ve keyfi olarak özgürlüklerinden mahrum bırakılmıştır.
- zorla tıbbi tedavi ve olumsuz gözaltı koşulları da dahil olmak üzere işkence veya kötü muamele iddiaları ile cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin bireysel vaka iddiaları inandırıcıdır.
- uluslararası normları ve standartları ihlal eden insan hakları ve temel özgürlükler üzerinde geniş kapsamlı, keyfi ve ayrımcı kısıtlamalar vardır.
- dini kimlik, ifade, mahremiyet ve hareket üzerinde aşırı kısıtlamalar vardır.
- yüksek düzeyde güvenlik altına alınmış ve ayrımcı doğası, bu tür ihlallerin geniş çapta gerçekleşmesi için uygun bir zemin sağlamaktadır.
- Aile planlaması ve doğum kontrol politikalarının zorlayıcı ve ayrımcı bir şekilde uygulanması yoluyla üreme haklarının ihlal edildiğine dair ciddi emareler bulunmaktadır.
- Politika ve uygulamalar, aileleri ayırarak ve insanların birbiriyle temasını keserek sınırları aşmış, etkilenen Uygur, Kazak ve diğer Müslüman azınlık ailelere benzersiz acılar yaşatmıştır.
- Yaşadıkları ile ilgili herkese açık olarak konuşan diaspora topluluğunun üyelerine yönelik gözdağı ve tehdit yöntemleri daha da şiddetlenmiştir.
- Uygurların ve diğer Müslüman grupların, keyfi ve ayrımcı bir şekilde gözaltına alınmaları, özellikle insanlığa karşı işlenen suçlar olmak üzere uluslararası suç teşkil edebilir.
Raporda açıkça ifade edilmemiş olsa da, bu tespitler Doğu Türkistan’da yaşananların soykırım olduğunu tescil etmektedir. Özellikle zorlayıcı ve ayrımcı bir şekilde uygulanan doğum kontrolü uygulaması, Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2.maddesinde tanımlanan; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir gurubun tümünü ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle gurup içi çoğalmasının engellenmesi, suçunun bariz şekilde işlendiğini göstermektedir.
Dolayısıyla, bu rapor Doğu Türkistan yaşananları bir kez daha açık ve inkar edilemez bir şekilde gözler önüne sermektedir. Bir kez daha dedik, çünkü bundan öncede Doğu Türkistan’daki soykırım hakkında çok sayıda kesin kanıt ortaya konmuştu. Kamplardan çıkan şahitler konuşmuş, insan hakları örgütleri raporlar yayınlamış, ailesinden haber alamayan binlerce kişi ifade vermiş, uydu görüntüleri, Çin devletinin kamuya açık veya sızdırılan gizli belgeleri ortaya çıkmıştı. Bunlara ek olarak Londra’da açılan bağımsız Uygur Mahkemesi 18 ay süren uzun yargılama sonucu Doğu Türkistan’da yaşananları açıkça soykırım olarak tanımlamıştı. Yakın zamanda bizzat Doğu Türkistan’daki iki ilçenin emniyet müdürlüğünün bilgisayarlarından alınan dosyalar, toplama kamplarında ve gözaltı merkezlerinde yaşananları resim ve resmi belgelerle ortaya koymuştu.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin bu raporunda sonra artık kimsenin bir mazereti kalmamıştır. Üstelik bu soykırımın temel motivasyonu Doğu Türkistanlı Müslümanların inançlarını yok etmek yani İslam’a karşı savaş iken, Müslüman çoğunluğunun yaşadığı ülkelerin ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bu sessizliği asla kabul edilemez.
Soykırımı durdurmaya için harekete geçmenin en uygun zamanı, hemen harekete geçmektir. İslam dünyasına, sivil toplum kuruluşlarına, etki sahibi, yetki ve iktidar sahiplerine, özellikle dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi, Doğu Türkistan’daki Müslümanların da hak ve özgürlüklerini savunmak gibi bir görevi olan İslam İşbirliği Teşkilatı’na sesleniyoruz. Hangi koşulların olgunlaşmasını bekliyorsanız, bilinki siz o günü beklerken soykırımcı işini çoktan bitirmiş olacak. O yüzden tüm Müslümanlar hemen Çin’e karşı ayağa kalkmalı, soykırımı durdurmak için elinden gelen ne ise yapmaya başlamalıdır.
Yarın çok geç olabilir!
Telif Hakkı Uygur Araştırmaları Merkezi - Tüm Hakları Saklıdır