Abdulhakim Idris
Yetmiş yıldan fazla bir süredir Uygur halkı, Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) yönetimi altında büyük zulüm görmektedir. Bugün birçok ülke, Doğu Türkistan’daki (diğer adıyla Sincan Uygur Özerk Bölgesi) Uygur, Kazak, Kırgız ve diğer Türk halklarının soykırım ve insanlığa karşı suçlarla karşı karşıya olduğunu kabul etmektedir. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin (OHCHR) Ağustos 2022 tarihli bir raporunda, “ÇHC’nin Uygurlara yönelik politikalarının insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere uluslararası suçlar teşkil edebileceği” belirtilmektedir. Bu politikaların üzücü ve önemli bir kısmı, Uygur dilinin ve kültürünün sistematik olarak yok edilmesini içermektedir. 2017’den beri okullarda Uygurca ve Kazakça dilleri yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim de dahil olmak üzere dini metinler ve kitaplar toplanmış, imha edilmiş ve yakılmıştır.
Bu makale, Çin hükümeti tarafından Uygur dili ve kültürünün tarihi kısıtlamalarına ve yok edilmesine ve Uygur halkının diasporada dillerini ve kültürlerini koruma çabalarına ışık tutmaktadır.
Uygur halkı İslam’ı kabul ettikten sonra Arap alfabesini benimsemiştir. Arap harflerinin kullanıldığı ve 14. yüzyıldan sonra Orta Asya’da yaygınlaşan Çağatay yazısı, toplum tarafından benimsenmiş ve yüzyıllar boyunca bu şekilde kullanılmıştır. Memleketimde, Latin harflerinin kullanımı, 1937’de, diğer Sovyet ülkelerinin etkisi altında, Guomindang hükümeti tarafından atanan bir vali olan Sheng Shi-cai’nin saltanatı sırasında denenmiştir. Bazı Uygur aydınları bunu desteklese de Arap harflerinin yaygın kullanımı devam etmiştir.
1950’li yıllarda Çin hükümetinin özerk bölgelerde yaşayan insanların ana dillerinde eğitim almalarına izin vermesinin ardından Uygurların bir süre daha Arapça temelli Uygur alfabesini kullanmaya devam etmelerine izin verilmiştir. 1965’te Çinli yetkililer, Uygur bölgesi genelinde Çince telaffuzla Pin-Yin’e dayalı Latin alfabesini uygulamıştır. Bu geçiş, tüm nesli etkileyen çok çeşitli hareketlerden biridir. 1983’te Çinli yetkililer, Arapça temelli Uygur alfabesinin kullanımını tekrar geri getirmiştir. O zamandan beri Arap alfabesine dayalı Uygur yazısı kullanılmaktadır. Neredeyse üç kuşaktır tekrarlanan Alfabe değişiklikleri, toplumun eğitim ve bilgi edinimini etkilemiştir.
Ayrıca Uygur edebiyatına yönelik sansürün uzun süredir devam ettiğini de belirtmekte fayda vardır. Az önce de belirttiğim gibi, Kültür Devrimi sırasında Uygur dili ve kültürü yoğun bir şekilde hedef alınmıştır. Mao’dan sonra iktidara gelen Deng Xiaoping’in ilk dönemlerinde Uygur edebiyatı üzerindeki baskı kısmen azalmıştır. Ancak, bu rahatlama dönemi sadece on yıl sürmüştür. 1990’lardan başlayarak, önceki kısıtlamalar yeniden getirildi ve kültürlerini savunan Uygurlara yönelik yayınlara yeniden ağır sansür uygulanmaya başlanmıştır. 1991’den sonra tüm dergilere, yayıncılara ve kitapçılara uymaları gereken bir dizi sansür kuralı bildirilmiştir. Mesela Zordun Sabir’in “Ana Yurt” romanı üç kez sansürlenip değiştirilmiş ve son aşamada tamamen yasaklanmıştır. Abdurrehim Öktür ve Turgun Almas gibi Uygur yazarların eserleri yasaklanmıştır. Uygurlar tarafından büyük beğeni toplayan şiirlerin yer aldığı döneme ait kasetlerin dağıtımı da engellenmiştir. Böylece Deng’in politikalarının izin verdiği reform süreci kayda değer bir ilerleme sağlanamadan kesintiye uğramış ve Mao döneminin kısıtlamaları yeniden uygulanmaya başlanmıştır.
Altı çizilmesi gereken bir diğer önemli konu ise çift dilli eğitimdir. Özerk bölgelerde hem Kuomintang döneminde hem de 1950’lerde Çin Komünist yönetiminin ilk dönemlerinde iki dilli bir eğitim sistemi uygulanmıştır. Ancak zamanla Uygurca’da eğitim ilkokullardan başlayarak üniversitelere kadar kısıtlanmıştır. Kültür devrimi sırasında Uygurların eğitim gördüğü üniversiteler on yıl boyunca kapatılmıştır. Hem profesörler hem de personel çalışma kamplarına gönderilmiştir. 1980’li yıllarda Uygurca dil eğitimine bir dönem görece özgürlük tanınsa da Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Uygurca eğitim üzerindeki baskılar artmaya başlamıştır. Çin hükümeti 2002 yılında tek dilli eğitim için ilk adımı atmış ve çift dilli eğitim kademeli olarak kaldırılmış ve okullarda sadece Çince eğitim sistemine geçmiştir. Sincan Üniversitesi, Uygur Edebiyatı dışındaki tüm bölümlerde Uygur dili eğitimini kaldırdı.
2017’de Çin hükümeti Uygur ve Kazak kültürü ve dili üzerinde yeniden baskı yapmaya başlamıştır. Uygur Özerk Bölgesi Eğitim Dairesi tarafından Eylül 2017’de yayınlanan resmi bir emir, Uygur bölgesindeki okullarda Uygur ve Kazak dillerinin eğitim dili olarak kullanılmasını yasaklamıştır. Okullara, daha önce Uygurca ve Kazakça öğretilen kurslar yerine hızlı bir şekilde Çince dil kursları geliştirmeleri emredilmiştir. O zamandan beri, Uygur ve diğer Türk halklarının anavatanlarındaki izlerini silmek için Uygur ve Kazak dillerine yönelik yasaklar artmaktadır. Uygurca eser yazan yazarlar tasfiye edildi. Artık anaokulundan başlayarak eğitimin her kademesindeki çocuklar anadillerini öğrenme fırsatına sahip değildir.
Ayrıca, 2014 gibi erken bir tarihte başlayan toplama kamplarına gönderilen ilk Uygur grubu arasında yazarlar, şairler ve sanatçılar çoğunluktadır. Örneğin, 2017’de tek bir seferde 400’den fazla Uygur ve Kazak aydını toplama kamplarına gönderilmiştir. Bunlar arasında Qeyum Muhammet gibi dizi oyuncuları ve çağdaş Uygur Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden biri olan Perhat Tursun, dünyaca ünlü antropolog Rahile Dawut, ekonomist İlham Tohti, tıp doktoru Gülşen Abbas, yazar Yalkun Rozi vb.
Devam eden baskı altında Uygurları bir arada tutan en önemli unsur dinleri ve dilleridir. Günümüzde dilini, kültürünü ve dinini öğrenmek isteyen Uygurların önündeki en büyük engel ise Uygur dilini öğrenememeleridir. Uygur bölgesindeki Uygur ve Kazak halkı kendi dillerini öğrenememektedir. Diasporada Uygurlar, yaşadıkları toplumlara uyum sağlayabilmek için yaşadıkları ülkelerin Türkçe, İngilizce, Fransızca vb. dillerini öğrenmek zorundadır. Bu nedenle Uygur dilini öğrenmeleri zordur. Ancak Uygurları bir araya getiren bu kritik bağın korunması için Uygur dilinin diasporada yaşatılması son derece önemlidir.
Bu ihtiyacı dikkate alan ve vatanlarını terk etmek zorunda kalan birçok bilim adamı ve aydın birçok kitabı Uygurcaya çevirmiş ve yayınlamıştır. 2000’li yıllardan sonra, Çin hükümetinin Uygur bölgesindeki dini faaliyetlere yönelik baskısı arttıkça, bazı Uygur entelektüelleri ve din alimleri yurtdışında ders vermeye, tercüme etmeye, araştırma yapmaya ve yayın yapmaya başlamıştır. Bu eğilim, Çin hükümetinin 2014 yılında Uygur, Kazak ve diğer Türk halklarının İslami kimliğini tamamen silmeye başlamasından bu yana yoğunlaşmıştır. Mısır, Suudi Arabistan, Türkiye ve diğer Müslüman çoğunluklu ülkelerde eğitim görmüş birçok Uygur alimi ve entelektüeli şu anda çoğunlukla Türkiye merkezli olarak bu çalışmayı yürütmektedir. Uygurların İslami kimliğini korumak için Kur’an tefsirleri, Peygamberlik geleneği, İslam hukuku vb. dahil olmak üzere birçok İslami kitap Uygurca tercüme edilmiş ve yayınlanmıştır. Ayrıca Uygur kültürü ve tarihi ile ilgili eserler tercüme edilerek diasporadaki Uygurların kullanımına sunulmuştur.
Şimdiye kadar diasporada Uygur dilinde yaklaşık 400 eser yayınlanmıştır. Hâlihazırda çeviri, araştırma, yayın, Uygurca kitapların toplanması, dijital ve fiziki kütüphanelerin kurulması gibi çalışmalar devam etmektedir. Bu konuda önemli bir proje de “100 Müstesna Kitap” adlı projedir. Proje kapsamında bugüne kadar 15 kitap basılmıştır.
İstanbul’daki Uygur kitapçıları, kültürün ve Uygur kitaplarının sürdürülmesinde, farklı ülke ve kıtalardaki Uygurların kendi dillerine ve tarihlerine erişmelerini sağlamada hayati bir rol oynamaktadır. Abdulcelil Turan, diasporanın en popüler yayınevlerinden biri olan Teklimakan Uygur Yayınevi’ni yönetmektedir. Geçtiğimiz günlerde Abdülcelil Turan, “Uygur Ansiklopedisi” adlı sekiz ciltlik bir Uygurca ansiklopedi yayınlamıştır.
İstanbul’da bulunan bir diğer kitapçı ise Çin hükümeti tarafından yasaklanan Uygurca kitapların 100’lerce kopyasını yeniden basan Kutadgu Bilik’dir. Ancak bu kitapları yeniden basmanın maliyeti yüksektir. Kitabevinin sahibi Abdullah Türkistanlı, dükkânındaki kitapların yaklaşık yüzde 90’ının hapishaneler ve toplama kampları tarafından yutulmuş insanlar tarafından yazıldığını belirtmektedir.
Bir Uygur yazılım geliştiricisi olan Memeteli Niyaz, üzerinde yaklaşık 3.000 ücretsiz e-kitap bulunan bir web sitesi kurmuştur. Ancak Niyaz, kullandığı web sitesi telif hakkı iddiaları aldıktan sonra web sitesini yeni bir ana bilgisayara taşımak zorunda kaldı. Web sitesinin kaçınılmaz olarak kapatılacağından korkuyor.
Ayrıca Uygur Akademisi, Uygur Yazarlar Birliği ve Uygur Kalemi gibi bazı diaspora Uygur kurumları, Uygur kültürünü, dilini ve edebiyatını diasporada korumak ve canlandırmak için projeler üzerinde çalışmaktadır. Geçen ay Uygur Akademisi, ilkokul öğrencileri için bir Uygur Dili ve Edebiyatı müfredat dizisi yayınlamıştır. Ortaokul öğrencileri için benzer bir seri şu anda hazırlanmaktadır. Bu Uygur müfredat serisi, diasporadaki Uygur çocuklarına ana dilleri için öğrenme materyalleri sağlamayı amaçlamaktadır. Ayrıca, oldukça büyük bir Uygur nüfusunun olduğu dünyanın büyük şehirlerinde Uygur dil okulları bulunmaktadır. Bu dil okulları, Uygur çocuklarına okuldan sonra veya hafta sonları ana dillerini öğrenme fırsatları sağlamaya çalışmaktadır.
Son olarak, Uygur İslam alimleri, Uygur dilinde yazı ve yayıncılığa katkıda bulunma konusunda övgüye değer çalışmalar yürütmüştür. Örneğin, Uygur din alimi ve Mısır’daki El-Ezher Üniversitesi mezunu Muhammed Yusuf, Uygurcada İslam teolojisi, İslam hukuku, aile ve ahlak gibi çeşitli konuları kapsayan düzinelerce kitap yayınlamıştır. İslam düşüncesi ve güncel meseleler üzerine kitaplar çeviren ve yayınlayan birçok din alimi vardır.
Özetlemek gerekirse, Uygur dilini ve kültürünü korumak için Uygurca eserlerin sayısını artırmak ve yaygınlaştırmak önemlidir. Şimdiye kadar diasporadaki birçok Uygur aydını ve akademisyeni bu konudaki boşluğu doldurmaya çalışmaktadır. Uygur Araştırmaları Merkezi olarak girişimlerimizden biri de Uygur dilinde eserler yayınlamaktır. Bununla birlikte, Uygur dilinin ve kültürünün korunması muazzam çabalar gerektirmektedir ve Uygur diasporası yeterli kaynağa sahip değildir ve bunu tek başına yapma imkanı yoktur. Bu nedenle Uygur dili ve kültürünün korunması, uluslararası kurumların ve akademisyenlerin desteğini gerektirmektedir.
***Bu Yazı, Uygur Araştırmalar Merkeci İcra Direktörü Abdulhakim İdris’in, Central Eurasian Studies Society (CESS)‘in Kazakistan’ın Almatı şehrinde Turan Üniversitesi’nde gerçekleşen yıllık konferansındaki konuşmasından derlenmiştir.
Telif Hakkı Uygur Araştırmaları Merkezi - Tüm Hakları Saklıdır